Günümüzden 2350 yıl önceydi, bir yöneticiye ‘’antik çağın en büyük kumandanı’’ ünvanını kazandıran bir olgu yaşandı, bu olgu aynı zamanda Helenistik kültüründe başlangıcı sayıldı; yani Doğu ile Batı kültürünün birbiri ile tarihte ilk defa harmanlanması...
Helestik dönemi başlatan olayların en bilindik sebebi Büyük İskender’in ‘’Dünya’nın sonunda ne olduğunu merak etmesi’’ olabilir mi?
Ve milattan önce 326’da bu merakla Antik Makedonya’nın henüz büyük olmayan Kralı İskender, Pauravas Kralı’nı yenerek Hindistan topraklarını ele geçirir; bu başarı ona Büyük unvanını da kazandırır.
Bu savaşın adı: Hydaspes Muharebesi’dir.
Eee... Ne var ki bunda diyebilirsin.
Buraya kadar herşey normal; peki, a-normal olan şey ne?
Bir insanın başarılarının sırrı, yani bir insanı tarih sahnesinde büyük yapan şey, unsur, neden, ne olabilir?
Tesadüfler mi, rastlantılar mı?
Ya da kendini yetiştirmesi, dünya görüşü, aldığı eğitimler ve vicdanı olabilir mi?
İskender, Aristoteles gibi bir insandan çocukken dersler almış olmasa yine Hindistan’ı topraklarına katıp büyük olabilir miydi?
Bir büyüğe danışmak her zaman iyidir derler…
Bu başarı silsilesinde vicdanı: ‘’benlik’’ bireyin benliği olarak ele alıyorum. Günümüz popülalitesinde bu olguya “kişisel gelişim” diyebiliriz.
Kişiler gelişmeden toplumların gelişmesi mümkün olabilir mi?
Geriye dönüp bir baksak ya, cehaletle gelişen bir toplum var mıdır tarih sahnesinde?
Bu gelişimin gıdası, evrensel doğruların ışığında eğitim değilse ne olabilir?
Vicdani eğitim ailede bebeklik çağında başlar ve toplumda o birey var olduğu sürece de devam eder.
Bireyin kendini sorgulaması, kendini bulması, toplum içerisinde başka insanlarla yaptığı etkileşimlerde kendini sorguladığı, kendiyle başbaşa kalabildiği hissin adıdır aslında vicdan. Seni sen, beni ben yapar.
Vicdanı önemsiyorum; çünkü vicdanın olduğu her yerde bir birey toplumsal ya da bireysel her eyleminde erdem unsusurunu da kendinde sorgular, vicdanın tam tersi olan şey şahsi menfaatler ve kişisel çıkarlardır.
Cahil, her koşul ve durumda kendini haklı bulur, kendini ve kendi menfaatini herşeyin üstünde görür. Onun her lafa verecek bir cevabı mutlaka vardır ve bu yüzden hep haklı sayar kendini.
İnsan, toplumsal işlerinde vicdanının muhakemesini yok saymaya başladığı anda yeryüzünün en büyük canavarlarından birisi olabilir:
Doğal düzeninde, geçmişte, devletin henüz yeryüzünde ilk örneklerinin görünmediği zamanlarda, ‘’Homo homini lupus’’ yani: İnsan, insanın kurdudur: Thomas Hobbes’un siyaset düşüncesinde.
Biraz daha açacak olursam: devlet ve toplum sözleşmesinin olmadığı bir coğrafya ve zamanda bireyler hukuksal bir korumaya sahip değillerse, kişiler kendi hukuklarını savunmanın peşine düşüp, fiziksel anlamda güçlü olan, fiziksel olarak güçsüz olanın elinden yaşam hakkına varana kadar birçok şeyi almayı kendine hak gibi görebilir.
İşte vicdan dediğimiz unsur burada olduğu gibi toplum sözleşmesinin yapılması ve devletin ortaya çıkmasında da en önemli hususlardan birisidir.
Eğitim, bir devletin, bir milletin ve daha kapsamlı anlamda insanlığın en önemli unsurlarından birisidir; çünkü eğitim demek süreklilik demektir, eğitim demek fark edebilmeyi öğrenmeye başlamak demektir, fark etmek demek, kim ve ne olduğunu aramanın, kendini fark etmenin, yaşamda kendi amacını bulmanın en büyük anahtarıdır.
Her başarının altında bulunan şey eğitimdir, Büyük İskender’i büyük yapan şeyin adı yine eğitimdir, savaş meydanında savaş kazandıran ve kaybettiren şey yine bireyin, orduyu yöneten komutanın ufkunun yani yaşamı boyu o savaş meydanında yaşanan kargaşaya kadar edindiği tecrübeleridir.
Birçoğumuz aslında bunu fark etmemiş ve hala edemiyor olsakta yaşamak, başlı başına farkında olunmadan yapılan bir öğrenme sürecidir. İnsan bu öğrenme sürecinin nesnesi olduğunu fark ettiği anda kendine de yaklaşmaya başlar, cehaletinden uzaklaşıp.
Vicdan demiştim, boşa söylemedim bunu:
‘’Kalbi eğitmeden aklı eğitmek eğitim değildir; vicdan sahibi olmadan bilgi sahibi olmak tehlikelidir.’’ Aristoteles.
Bu tehlike bütün toplumlar için bir tehdittir, tarihte bu vicdansız bilgi sahiplerinin somut örnekleri çoktur, zalim yöneticiler, halkları kendi çıkarları için kullanan bütün vicdansız yöneticiler, kalplerini eğitmeden, zihinlerini eğittikleri için birer zalime dönüşmüşlerdir.
Ve sadece yöneticiler değil, vicdan sahibi olamayan her meslek sahibi, yaptığı işe ve insanlara para için ihanet edebilir, işine hile, yalan ve irtikap bulaştırarak.
Meslek ve görev yeminleri insanlık tarihinde bu kötü örnekler görüldüğü için edilen ihtiyaçlardır, mesleğe ve bir göreve başlarken.
Adolf Hitler ve Mussolini gibi diktatörler bu vicdansızlığın somut örnekleridirler. Bu olumsuz örneklerle aynı çağda yaşamış ama diktatör olmak işin kolayıyken, aldığı eğitim ve vicdanının sesi ile Türk Gençliği’ne ve Aziz Türk Milleti’ne bir devlet emanet eden insanın adıdır Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK.
Benim en kıymetli siyaset bilimi hocalarımdan birisidir Mustafa Kemal ATATÜRK, düşünceleri, fikirleri ve hissettikleri ile.
‘’Beni görmek demek mutlak suretle yüzümü görmek demek değildir; benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız, bu kafidir.’’ Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK
‘’Bilen bir insan kandırmaz.’’ çünkü kandırmanın kötü olduğunun bilgisine de sahiptir.
Burada en büyük bilgelik, insanın kendini bilmesi ile kalbini eğitip, başka hiçbir insanı bildiği, öğrendiği bilgiler ile kandırmamasıdır.
Karşınızdaki insanı veya insanları kandırabilmeniz için karşınızdaki insan veya insanlardan zeka ve bilgi anlamında daha üstün olmanız kandırmanın temel şartıdır.
Kandırmak için, kandırmak istediğiniz konu veya konularda bilgi sahibi olup, kandırma eylemini başlatmak için de vicdansız bir kalbe sahip olmanız yeterlidir.
Büyük İskender ve Hindistan demiştim, sonra da Aristoteles:
Şuraya geleceğim, Büyük İskender, Hindistan zaferinin hemen sonrası hocası olan Aristoteles’e bir mektup yazıp, hocasına yönetim ile ilgili danıştığı rivayet edilir.
‘’ Saygıdeğer hocam,
Doğu topraklarını himayem altına aldım, bu toprakların insanlarının kültürlerine yabancı olsam da onları tahakkümum altında tutmam gerektiğinin farkındayım. Kültürüne yabancı olduğum bireyleri etki altında tutmam zordur, bu konuda fikrini almak istiyorum:
Benim yönetimime başkaldırabilecek insanları belirleyip, onları zindana mı attırmalıyım?
Sürgüne mi göndermeliyim?
Yoksa bana tehdit oluşturacak insanları idam mı ettirmeliyim?’’
Büyük İskender’in yönetimde ileriye dönük bir hata yapmamak ve gücünü kaybetmemek adına hocasına bu tarz bir mektupla danıştığı söylenir.
Bir süre sonra hocası Aristoteles’ten öğrencisi İskender’e cevap gelir:
‘’Sevgili öğrencim,
Bu büyük başarını kutlar, yürekten sevgilerimle seni tebrik ederim.
Sorularına gelecek olursam, sana başkaldırma riski olan insanları zindana attırırsan, haksız şekilde zindana attıracağın insanlar mazlum olacaklardır toplum karşısında ve bu insanların yakınlarının da kinini kazanacak olursun uzun vadede, bir süre sonra zindanlar sana karşı bir militan yuvasına dönüşmeye başlar, haksızca zindana attırdığın insanların masum oldukları algısı toplumda yayılıp, zindandaki insanların sayısı çoğaldıkça, zindanda çıkabilecek bir ayaklanma sonrası, toplumunda onayını alan bu tutsaklar sana karşı ayaklanıp seni tahtından edebilirler.
Kimseyi haksız bir şekilde zindana atmamalısın ki adalete verdiğin değeri o yabancı toplum fark edebilsin.
Sana karşı, yani yönetimine karşı başkaldırma riski olan insanları sürgüne yollaman da uzun vadede akıllı bir çözüm olmayacaktır, sürgün ettiğin insanların yakın çevresi ve uzun vadede toplumdaki insanlar sana yine düşman kesileceklerdir, sürgünde vatan toprağına hasret olup güçlendiklerinde, ilk fırsatta yurttlarına daha güçlü dönüp, seni her seferinde tahtından indirmek için uğraşacaklardır ve sen yine bu haksız sürgünlerle kontrolün altında tutmaya çalıştğın toplumlarda adaletsiz bir yönetici olarak anılacak ve bu olumsuzluk yine tahtın için en büyük tehdit olacaktır zamanda.
En son önerin, en tehlikeli olandır: insanları kendi çıkarların için idam ettirirsen, toplumda senin adaletsiz bir insan olduğunun fark etmesi çokta uzun sürmez, bu kez toplum sana karşı yine ayaklanır ve daha da hırsla ayaklanır. Bu en kötü hata, en hızlı şekilde seni tahtından edebilir.
Sevgili öğrencim, yabancı olduğun bir toplumu uzun bir süre elinde tutmak istiyorsan önce onların sempatisini kazanmalısın,
Onlardan biriymiş gibi görünüp,
Onların inançlarını,
Onların değerlerini önemsemesen bile,
Önemsemiş gibi davranıp,
Onlardan biri gibi olduğunu onlara hissettirmeye çalışmalısın.
Sonrasında, o yabancı topluma hissettirmeden, o toplum içine nifah tohumlarını ekip, onları ayrıştırmalısın; fakat bu ayrıştırma işini yaparken senin yaptığını onlara hissettirmemelisin.
Toplum kendi içinde ayrılıklara düşüp, kavgalara tutuştuğunda, kenara çekilip onları izlemelisin, işler iyice çığırından çıkmaya başladığında ise tekrar sahneye çıkıp, toplum içindeki bu ayrışmayı sorgulamaya başlayıp, toplumu birleştiren, uzlaştıran insan yine sen olmalısın.
Bu dediklerimi yaparsan, hangi toplum olursa olsun sana karşı sempati besleyecek ve ayrışmanın senden geldiğini bilmedikleri ve seni uzlaştıran olarak gördükleri için senden asla vazgeçemeyecek bir şuura sahip olacaklardır.
Bu birbirlerini yeme gayreti seninle uğraşma enerjilerini de tükecetektir.”
Aristoteles, Platon’un öğrencisi, Platon yani asıl adıyla Aristokles’te Sokrates’in öğrencisidir.
Bu üç isim bugün insanlık tarihinde akademi kürsülerinde birçok akademik disiplinde ismi en çok geçen insanlardır; bunu sağlayan şeyse akıllarını eğitmeden önce kalplerini eğitmiş olmalarıdır.
Mutlaka birini kandırman gerekiyorsa önce kendini kandır, sonra başkasını. Ve kendine söyleyemeyeceğin bir yalanı lütfen başkasına da söyleme.
Kıssadan hisse olarak, yönetme sanat’ı toplumların veballerine bulaşmaktır, bunun bilincinde olmayan yöneticiler hangi toplumda yönetici olurlarsa olsunlar, vicdandan yoksun şekilde yönetmişlerse, zaman bu yöneticilerin veballerini hep sorgulamıştır.
Bilgi, sevgi ve vicdanın gücü ile yöneten yöneticilerin heykellerini hangi toplumda olursa olsun birçok ülkede görebilirsin. O heykelleri yaptıran şey heykeli dikilen yöneticinin sahip olduğu vicdandır.
Lütfen unutma, vicdanı olmayan kandırdığını zanneder...
Bir sonraki yazımda zihinlerimiz buluşuncaya dek farkındalıkla ve hoşça kal.
En içten saygılarımla.
Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimci ve Yazar: İ. Gökhan DURMAZ (Karanlık)